Müziğin kayıt edilmesi için birçok çeşit var. En sık kullanılanlar ise Mono ve Stereolar. Ortaya birde yenilikçi bir isim ile ortaya atılan 8D isimli çalışmalar var. Mono dediğimiz olay, tek bir kanaldan yapılan kayıt veya dinlemeyi ifade eder. Mono seslerde bir tane veya on tane hoparlör aynı sesi verir ve derinlik algısı yoktur. Kulaklıkla mono sesler dinler iken kulaklığın bir tanesini çıkarsak bile seste değişiklik olmaz. Yani tek kulaklık ile dinlerken mono, çift kulaklık ile dinlemek stereo olmuyor. Bu tamamen sesin kaydedildiği kanal sayısı ile alakalı bir şey.
Stereo ise kaydın iki veya daha fazla kanal kullanımı ile
alakalıdır. Her iki kulaklığın duyum derinliği birbirinden farklıdır. Mesela
kulaklığın birinde, çalan müziğin içinde bulunan yaylıları duyarken diğerinde
davulları duyarız. Kulaklıklardan birini çıkardığımızda yaylıların sesi artık
yoktur. Bu sistem özellikle derinlik algısı yaratmak ve müzik vb. ürünlerde
yaşadığımız deneyime lezzet ve kalite katmak için kullanılır.
Bir de Binaural kayıt dediğimiz olay var. Bu ise tamamen gerçekçi bir ses
deneyimi için kullanılır. Stereo ve mono sesten farklı bir prensibe sahip
olmakla birlikte Stereo sesin geliştirilmiş halidir. Amacı sesi dinlerken hangi
uzaklık ve açılardan ses kaynağını duyuyorsak onu kayıta olduğu şekilde
yansıtabilmektir. Gerçek hayatta başka bir odada çalan müziği nasıl duyuyorsak
onu o şekilde yansıtmaya çalışır. Binaural sesin kayıtı için özel insan kafası
şeklinde –dummy- mikrofonlar bile üretilmiştir. Kulaklar arasında bulunan mesafe
bile hesaba katılarak gerçekçi bir kaynak-duyum kalitesi yaratılmak amaçlanır.
8D müzik ise tamamen stereo kayıtlar üzerinde oynamaktan ibaret. İşin esprisi bu. Özel bir kayıt tekniği falan değil. Tabi iyi ki yapılmış diyoruz. Eleştirmiyoruz.
Gelelim asıl hikayeye. 8D müzik kullanımının popülerleşmesinin üzerinden biraz zaman geçince kullanıcıların dikkati haliyle çeşit çeşit kanallara kaymaya başladı. Buna hitaben bazı girişimci kişiler bu işe yeni bir boyut katma işine giriştiler. Sesi boş bir arena veya stadyumda dinletmek yerine hemen arka odaya aldılar. Ya da bir kafe önünden geçerken duyacağımız bir hale getirdiler. Üstüne bir de yağmur eklediler ki tadından yenmez hale geldi.
Kaçan huzuru kovalamak, hayal kurmak ve düşünmek için sıkça başvurduğumuz müziğe getirilen bu “yeni” tarz hepimizin dünyasında yeni bir pencere açtı. Şimdi gelin hep beraber müziklere bakalım. Gittiğiniz yerde yakaladığınız şeyler ile koca bir kitap yazabilir, güzel bir sinema filmi bile çekebilirsiniz. Ben Sinatra’nın güzelliğinden yana oldum bu sefer.
1Fly Me To Moon
Madison Square Park gezinizin akşam saatlerinde bittiği bir vakit. Hava yeni yeni kararıyor. Akşamın kızıllığı yerini mükemmel bir mor, siyah arası bir renge bırakmış. 5. Cadde üzerinde yavaş adımlar ile yürürken yağmur çiselemeye başlıyor. Chase Bank’ın önüne vardığınız zaman yağmur iyice artıyor. Taksilerin birçoğu dolu. Beklemek yerine yürümeyi ve yol üstünde boş bir tane bulmayı umuyorsunuz. Derken yağmur iyice artıyor. Sırılsıklam olmak için son 4 dakika. Ufak bir içecek molası vermek faydalı olacak. Son bir umut ile taksi görebilmek umuduyla dönerken duvarda bir tabela. The Jazz Gallery. “Where the future is present”. Hemen ara sokağa atıyoruz kendimizi. Kapıya yaklaşırken içeri girmeden önce sigarasını içecekler buyursun içsin, ben yağmuru dinleyeceğim biraz müzikle diyenler de kapıda beklesin. İşte o sıra çalan müzik Sinatra’nın güzelliği.